Karanlık Aydınlık
BORAN 7 Uluslararası Keskin Nişancı Yarışması Foça'da başladı
Hudson Enstitüsü Kıdemli Üyesi Luke Coffey: Türkiye’yi F-35’e geri döndürmenin zamanı geldi
Denizkurdu-I/2025 Tatbikatı'nın Seçkin Gözlemci Günü tamamlandı

Hudson Enstitüsü Kıdemli Üyesi Luke Coffey: Türkiye’yi F-35’e geri döndürmenin zamanı geldi

Coffey: “Ankara’nın yeniden F-35 programına dâhil edilmesi hem Türkiye hem de NATO için stratejik bir zorunluluk hâline geldi.”

Hudson Enstitüsü Kıdemli Üyesi Luke Coffey, Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasına yol açan S-400 krizi üzerine kaleme aldığı makalesinde, Ankara’nın yeniden programa dâhil edilmesinin hem Türkiye hem de NATO için stratejik bir zorunluluk hâline geldiğini savunuyor.

Coffey, “gerekirse yaratıcı olunmalı” diyerek, iki ülke arasındaki savunma iş birliğinin önündeki en büyük engelin aşılması için diplomatik ve pratik çözümler geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor.

Coffey’in makalesi, ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen ay Beyaz Saray’da yaptığı görüşmeye değinerek başlıyor. Takip ettiği hesaplara göre verimli bir görüşme yaptıklarını düşünüyor. Bilindiği gibi iki ülke sivil nükleer enerji alanında iş birliği dâhil olmak üzere birkaç büyük ticari anlaşma üzerinde uzlaşıldı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Suriye’nin geleceği de gündemdeydi. Ona göre bir diğer dikkat çeken konu ise ABD–Türkiye savunma iş birliğiydi. Son yıllarda Türkiye’nin yerli savunma sanayii küresel ölçekte bir aktör hâline geldi. Türk silahları, özellikle insansız hava araçları Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’ya kadar talep görüyor. ABD–Türkiye savunma iş birliği hâlen sağlıklı olsa da büyüme için bolca alan bulunuyor. Ancak bu noktada bir de şerh koyuyor.

Coffey, bu ilişkiyi bir üst seviyeye taşımak için hâlâ çözülmesi gereken bir takılma noktası olduğunu düşünüyor: Türkiye’nin Rus yapımı S-400 hava savunma sistemini satın alması ve bunun sonucunda F-35 Müşterek Taarruz Uçağı programından çıkarılması.

Devamında düşüncelerini şöyle aktarıyor;

2015 yılında Türkiye, Suriye’den hava sahasına sapan bir Rus savaş uçağını düşürdü. O dönemde, Suriye’deki çatışmaların Türkiye’ye taşma tehlikesi vardı ve Ankara gerçek bir hava savunma problemiyle karşı karşıyaydı. Sorun o kadar ciddiydi ki, NATO, Aktif Çit Operasyonu (Operation Active Fence) kapsamında Türkiye’nin güney sınırına Patriot füze bataryaları konuşlandırarak gökyüzünü güvence altına aldı. Aynı dönemde Türkiye, kendi Patriot hava savunma sistemlerini satın alabilmek için Amerika Birleşik Devletleri’nden izin istedi. Ancak görüşmeler, Ankara’nın lisanslı üretim ve teknoloji transferinde ısrar etmesi, Washington’un ise bunu kabul etmemesi nedeniyle tıkandı. Bu durum Türkiye’yi başka seçenekler aramaya yöneltti ve nihayetinde Rusya’nın S-400 sistemine…

2017 yılına gelindiğinde, Türkiye verdiği S-400 siparişini iki yıl sonra sistemi teslim aldı. Amerika Birleşik Devletleri’nde bir NATO üyesinin böylesine gelişmiş bir Rus sistemini işletirken, aynı zamanda ittifakın en ileri beşinci nesil savaş uçağını uçurmasının uygun olup olmayacağı konusunda endişeler dile getirildi; temel korku, radarın ve nihayetinde Moskova’nın uçağın ağları, performansı ve imza özellikleri hakkında hassas veriler toplayabileceğiydi. Aynı yılın ilerleyen döneminde Türkiye resmen F-35 programından çıkarıldı. Buna rağmen, Türkiye yeni sistemini dikkatli bir şekilde kullandı. 2020’de yalnızca bir kez canlı ateşleme testi yaptı ve sistem o zamandan beri düşük hazırlık durumunda, aktif olmayan bir şekilde tutuluyor.

Geçen yıl, Türk Savunma Bakanı Yaşar Güler, “Tehdidin çok yüksek bir seviyeye, yani bir hava saldırısına ulaşması gerekir ki S-400’ü kullanalım.” dedi. Türkiye kendi yerli hava savunma sistemlerinde hızlı ilerlemeler kaydettiği bir dönemde, S-400’ü “Çelik Kubbe” hava savunma ağı projesine dâhil etmemeye karar verdi.

S-400 meselesi, daha yakın ABD–Türkiye savunma ilişkilerinin önündeki ana engel olmaya devam ediyor. Birkaç olası çözüm önerisi gündeme geldi. Bunlardan biri, Yunanistan’ın 2007’de Kıbrıs’tan aldığı S-300 sistemi için uygulanan düzenlemenin taklit edilmesi fikriydi. Genellikle Girit’te depoda tutulan S-300, zaman zaman tatbikatlarda kullanılıyor ancak günlük hava savunma operasyonlarında kullanılmıyor.

Bazı kişiler, Türkiye’nin sistemi S-400’ü Rusya’dan satın alan az sayıdaki diğer ülkelere satabileceğini ya da hatta Moskova’ya geri satabileceğini öne sürdüler. Diğerleri, Türkiye’nin sistemi Ukrayna’ya bağışlamasını veya satmasını önerdiler. Ankara, Kyiv’e sessizce önemli miktarda askerî donanım sağlamış olsa da S-400’ün yüksek profilli ve tartışmalı bir şekilde devredilmesi muhtemelen aşırı bir adım olurdu. Bu arada en az bir haber kuruluşu, Türkiye’nin S-400’ü “işlevsiz hâle getirmesi” karşılığında F-35 programına dönüşünü sağlayacak bir anlaşma üzerinde görüşmelerin sürdüğünü öne sürdü. (Editör notu: Benzer bir öneri Yunanistan S300’leri için de yapılmış ama Atina’da kabul görmemişti)

Yine de keşfedilmeye değer bir başka yaratıcı fakat alışılmadık seçenek daha var: “Nahcivan Çözümü”

Nahcivan, kuzeyde Ermenistan, güneyde İran’la sınırlandırılmış ve Türkiye ile beş millik kısa bir sınırı paylaşan Azerbaycan’a bağlı bir eksklav bölgedir. Türkiye ve Azerbaycan düzenli olarak burada ortak askerî tatbikatlar gerçekleştirir. Nahcivan Çözümü kapsamında, Türkiye S-400 sistemini bu tür bir tatbikat için Nahcivan’a konuşlandıracak ve ardından sistemi devre dışı veya muhafaza edilmiş durumda orada bırakacaktır; Türk ekipleri bakım için gerektiğinde dönüşümlü olarak gelip gidecektir.

Ayrıca bu düzenleme, sistemi Türk topraklarından çıkararak ABD ve NATO endişelerini giderecek, aynı zamanda onu müttefik Azerbaycan’da yeterince yakın tutarak gerektiğinde hızla geri getirme imkânı sağlayacaktır. Bu tutum, silah sisteminin Azerbaycan mülkiyetine satılması veya devredilmesi anlamına gelmeyecektir. Haliyle böyle bir senaryoda Rusya’nın S-400 üzerine koymuş olabileceği herhangi bir ihracat kısıtlaması geçerli olmayacaktır. Türkiye S-400’ün mülkiyetini ve bakımını sürdürür, ancak bunu kendi toprakları dışında yapar. Buna paralel olarak, Türkiye yeniden F-35 programına dâhil edilmeli ve Patriot füzeleri satın almasına izin verilmelidir.

Beş yıldan fazla bir süredir yaratıcı çözümlerin eksikliği göz önüne alındığında, bu öneri üç nedenle mantıklıdır.

Birincisi bu düzenleme, Azerbaycan ve Türkiye arasındaki derin ve genişleyen savunma iş birliği seviyesine tutarlıdır. “Bir millet, iki devlet” ifadesi, iki ülkeyi birbirine bağlayan kültürel, tarihî ve dilsel bağları vurgular. 1992 Askerî Eğitim İş Birliği Anlaşması modern Azerbaycan–Türkiye askerî ilişkilerinin temelini atarken, 2010 yılında imzalanan Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması iş birliğini daha da derinleştirdi. 2021 Şuşa Bildirgesi, ikili ilişkileri daha yüksek bir seviyeye çıkardı ve güvenlik boyutunu vurguladı. Ayrıca, S-400’ün Nahçıvan’a konuşlandırılması, Nahçıvan’a fiilî bir koruma statüsü tanıdığı şeklinde yorumlanan 1921 Kars Antlaşması’nın ruhuna uygun olurdu.

İkincisi, itiraz etme olasılığı en yüksek iki bölgesel güç olan Rusya ve İran ya çok zayıf ya da çok meşgul oldukları için etkili bir şekilde karşılık veremezler. İran, böyle bir sistemin kuzey sınırında bulunmasından hoşlanmayabilir, ancak pratikte, şu anda Türkiye’nin S-400’ü İran sınırına yakın bir noktaya konuşlandırmasını engelleyen hiçbir şey yok. Zaten İran, şikâyet etmekten başka bir şey yapamayacak kadar zayıf durumda. Bu arada Rusya’nın Güney Kafkasya’daki etkisi açıkça azalıyor; bunun kanıtı, Ermenistan ve Azerbaycan arasında Beyaz Saray öncülüğünde yürütülen barış girişimidir. Moskova’nın böyle bir konuşlandırmayı engelleyecek kapasitesi bulunmuyor. Bakü’nün Moskova ile ilişkileri de düşük seviyede olduğundan, Azerbaycan’ın böyle bir adım konusunda Rusya’nın kaygılarını dikkate alma eğilimi az olacaktır. Azerbaycan açısından bakıldığında, bu senaryo onun için kazançlı olurdu. ABD’nin S-400 meselesindeki çıkmazı aşmasına yardımcı olmak, sadece Beyaz Saray’da değil, NATO başkentlerinin tamamında olumlu karşılanırdı.

Son olarak, belki de Amerikalı politika yapıcılar S-400’ün öldürücülüğü ve etkinliği konusunda daha rahat bir bakış açısı benimsemelidir. Sistem Ukrayna’da etkili bir platform olduğunu göstermiş olsa da abartılan beklentileri karşılayamadı. Kesin sayı bilinmemekle birlikte, açık kaynaklı raporlar birkaç S-400 bataryasının Ukrayna saldırılarıyla imha edildiğini veya devre dışı bırakıldığını belgeliyor. Ayrıca İsrail F-35’leri ve S-400 zaten Suriye’de aynı muharebe sahasında faaliyet gösterdi; burada görünmez özellikli F-35, Rus hava savunma sistemine karşı oldukça etkili olduğunu kanıtladı.

Artık Türkiye’nin S-400’ü teslim almasından ve F-35 programından çıkarılmasından bu yana altı yıl geçti. Şimdi tüm tarafları tatmin eden ve ABD–Türkiye ikili ilişkisini bir sonraki seviyeye taşıyan bir şekilde bu sorunu çözmenin zamanı geldi. Böyle bir çözüm, önümüzdeki Temmuz ayında Türkiye’de yapılacak bir sonraki NATO zirvesinden önce duyurulabilirse, bu transatlantik topluluk için memnuniyet verici bir gelişme olurdu. Artık yeni ve yaratıcı fikirlerin zamanı.

Kaynak: Defence One

Yorum yaz Yorum yaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki Haber

BORAN 7 Uluslararası Keskin Nişancı Yarışması Foça'da başladı

Sonraki Haber

Denizkurdu-I/2025 Tatbikatı'nın Seçkin Gözlemci Günü tamamlandı