ABD’nin Ankara büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, New York’ta katıldığı bir etkinlikte Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili dikkat çeken yorumlar yaptı.
Yorumlar esnasında ‘’meşruiyet’’ tabirini kullandı. Bundan sonra o kelimeyle ne anlatmak istediği konusunda Türk kamuoyu neyi kastettiğini merak ederek meşruiyet kelimesinin derinliği hakkında arama motorlarındaki sorgusunu artırdı. İşte merak edilen konunun çıkışındaki açıklamalar;
Barrack: “Türkiye’nin ihtiyacı S-400 ya da F-16 değil, meşruiyet”
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack, 2025 Concordia Zirvesi kapsamında 24 Eylül’de düzenlenen “Diplomasi Sesleri: Amerika’nın Dünyadaki Rolünü Şekillendirmek” başlıklı panelde dikkat çeken açıklamalarda bulundu.

Türkiye-ABD ilişkilerine dair bir soruya yanıt veren Barrack, son 10 yıldır iki ülke gündeminde aynı başlıkların S-400, F-35 ve F-16 hususunda öne çıktığını hatırlattı. Ancak asıl meselenin bunlar olmadığını vurguladı:
“Başkanımız, ‘Bundan bıktım. İlişkiler düzeyinde cüretkâr bir adım atalım ve ihtiyacı olanı verelim’ dedi. Ben de ‘Neye ihtiyacı var?’ diye sordum. ‘Meşruiyet’ dedi. Çok akıllı biri. Mesele sınırlar, S-400 ya da F-16’lar değil. Mesele meşruiyet.”
“Türkiye NATO’nun en sıkı müttefiki ama AB dışında”
Barrack, Türkiye’nin ABD için “en sıkı NATO müttefiki” olduğunu belirtti. Ancak Ankara’nın hâlâ Avrupa Birliği dışında bırakılmasına dikkat çekti.

“Erdoğan 71 yaşına geldi. Türkiye bir demokrasi ama otoriter gibi algılanıyor. Başkan Trump, dâhice bir şekilde ‘çözüm olarak ona meşruiyet vermeliyim’ dedi. Şu an bu oluyor. Bunun sonucunda büyük değişiklikler göreceksiniz.”
Yeniden alevlenen F-35 ve F-16 tartışması
Büyükelçi, Türkiye’nin ABD’den savaş uçağı alımlarına da değindi. Türkiye’nin “dünyada en fazla F-16 alan ülke” olduğunu hatırlatarak, bunun Lockheed Martin’i ayakta tuttuğunu söyledi.
Türkiye, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almasının ardından ortak üretim sürecine dâhil olduğu F-35 programından çıkarılmıştı. Görüşmeden aylar önce ise Türk karar vericiler, yeniden üretime sürece dahil olmak istediğini de açıkça dile getirse de Mart ayında üretim ekipmanları geri çekilmişti.
“Türkiye bölgesel istikrarın merkezi”
Barrack, aynı gün verdiği bir başka demeçte de Türkiye’nin “bölgesel istikrarın merkezi” olduğuna dikkat çekerek, ülkenin ABD için “karmaşık bir bölgedeki en büyük ortak” olduğunu vurguladı:
“Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde kaos sürerken, bu tüm ipleri bir araya getirmek için bir fırsat. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Trump çok şey başarabilir.”
Beyaz Saray’da kritik görüşme
Barrack’ın bu çıkışı, 25 Eylül’de Beyaz Saray’da yapılacak Erdoğan-Trump görüşmesinden bir gün önce gelmişti. Bu ziyaret, Erdoğan’ın 2019’dan bu yana ilk kez Beyaz Saray’a gitmesi anlamına geliyordu.

Trump, Truth Social üzerinden yaptığı açıklamada Türkiye ile ticari ve askeri anlaşmalar üzerinde çalışıldığını söylemişti. Ayrıca Türkiye’nin F-35 alım sürecine dair görüşmelerin devam ettiğini ve bunun “olumlu sonuçlanmasını beklediğini” belirtmişti.
Trump, masada olacak diğer konular arasında çok sayıda Boeing uçak ve F-16 satışı da olduğunu açıklamıştı. Bu doğrultudaki gelişmeler merakla bekleniyor.
Askeri konuların ötesinde: “Meşruiyet arayışı”
Son on yıldır Türkiye-ABD gündemi S-400, F-35 ve F-16 gibi konular etrafında dönüyor. Ancak Barrack’ın ifadesiyle bu meseleler “semptom” ve dolayısıyla esas sorun değil. Ona göre Türkiye, uluslararası sistemde “meşru bir aktör” olarak görülme ihtiyacının vurgulanması gerekiyor. Bu tutum yalnızca güvenlik ve savunma değil, aynı zamanda siyasal statü ve algı meselesi olarak ifade ediliyor.

Türkiye’nin NATO’nun en güçlü müttefiklerinden biri olmasına rağmen AB dışında tutulması, Batı’nın Ankara’ya yönelik çifte standardı olarak okunuyor. Burada “meşruiyet” kavramı, askeri araçlardan ve tedarikten ziyade siyasi tanınma ve eşit ortaklık talebine karşılık geliyor.
Trump’ın yaklaşımı: Stratejik pragmatizm
Barrack’ın aktardığına göre Trump, Erdoğan’a “meşruiyet” vermenin ilişkilerde kilidi açacak adım olduğunu düşünüyor. Bu söylem, Trump’ın dış politikadaki pragmatik tavrıyla uyumlu: krizleri teknik pazarlıklarla değil, liderler düzeyinde sembolik adımlarla çözmeye çalışıyor.
“Meşruiyet vermek” burada birkaç anlama gelebilir:
- Türkiye’nin bölgesel rolünü kabul ederek ona uluslararası sistemde daha fazla alan açma isteği
- Washington’un “sen benim vazgeçilmez ortağımsın” mesajını vermesi
Bu açıdan bakıldığında, Trump-Erdoğan görüşmesinin sonuçlarından çok, görüşmenin kendisi bile Ankara açısından bir meşruiyet göstergesi olarak ifade ediliyor.
Türkiye’nin konumu: İstikrar merkezi olarak tanınma
Barrack’ın “Türkiye bölgesel istikrarın merkezi” ve “karmaşık bir bölgedeki en büyük ortak” sözleri, aslında meşruiyetin somut bir halidir. Yani mesele, sadece silah sistemleri değil; Türkiye’nin Ortadoğu’daki kaos içinde ayakta duran, ipleri elinde tutabilen bir aktör olarak tanınmasıdır. Barrack tarafından yapılan bu tanım, Türkiye’nin bölgesel liderlik rolü ile küresel sistemde söz hakkına katkı sunabilir.

Sonuç olarak, Barrack’ın “mesele F-16 değil, meşruiyet” sözleri aslında ilişkilerin özünü açığa çıkarıyor: Türkiye, uluslararası sistemde eşit görülmek ve tanınmak istiyor. ABD ise bunu, askeri satışlardan çok daha stratejik bir kaldıraç olarak kullanmayı düşünüyor.
İki taraf için de riskler ve soru işaretleri beraberinde geldi
Meşruiyet” meselesinin ABD üzerinden şekillenmesi, hem Türkiye hem de ABD açısından farklı sonuçlar doğurabilir. Bu sonuçlar fırsatlar kadar bazı hassasiyetleri de beraberinde getiriyor.
Türkiye açısından bakacak olursak;
Türkiye kamuoyunda meşruiyet tabirinin özellikle Washington üzerinden değerlendirilmesi, özellikle muhalif cenahta ”dış aktörlerin görüşlerine gereğinden fazla önem verilmesi” algısını doğurabilir. Dolayısıyla bu Türkiye’nin son yıllarda vurguladığı “bağımsız dış politika” söylemiyle çelişki olduğu düşüncesini yaratabilir.

ABD’den alınan destek, mevcut iktidar açısından uluslararası prestij sağlayabilir. Ancak muhalefet, bunu “Batı’dan onay arayışı” şeklinde yorumlayabilir. Böylece dış politikada kazanım olarak görülen bir adım, iç politikada yeni bir tartışma konusu haline gelebilir.
Türkiye’nin NATO’da güçlü bir müttefik olmasına rağmen AB dışında bırakılması, bu güne kadar bölge siyasetinde Ankara’nın Batı ile ilişkilerinde yapısal bir yol ve yaklaşım farklılığını da beraberinde getirmiştir.
ABD açısından bakacak olursak;
Türkiye’ye güçlü bir destek verilmesi, ABD’nin insan hakları ve demokrasiye dair söylemleriyle nasıl uyumlanacağı konusunda yeni tartışmaları doğurabilir. Türkiye karşıtı çevreler, bunun “eleştirilerin göz ardı edilmesi” olarak Başkan Trump’a karşı kullanacaktır.
Başkan Trump’ın kişisel olarak meşruiyet verme yaklaşımı, Kongre’deki farklı bakış açılarıyla çelişebilir. Bilindiği gibi bir önceki Başkanlık döneminde Trump, CAATSA yaptırımları hususunda kongre ile ters düşmüştür. Türkiye karşıtı lobilerin etkili olduğu Kongre’de bu yaklaşımın yeni bir tartışma yaratacağı şüphesizdir.

ABD’nin Türkiye’ye verdiği güçlü siyasi destek, bölgedeki diğer ortaklar (Yunanistan, İsrail, GKRY) ve çeşitli kesimler tarafından farklı algılanabilir. Zira Türkiye’nin F-35 programına dönme ihtimalinin onlara rahatsızlık verdiği biliniyor. Bu da Washington’un bölgedeki denge politikalarında yeni bir yaklaşım getirmesine neden olabilir.
Meşruiyet mi meşrutiyet mi?
Türkiye’de özellikle siyasal kavramlarda “meşruiyet” ile “meşrutiyet” zaman zaman karıştırılıyor. Karışıklığı açıklığa kavuşturmak adına aradaki farkları şöyle izah edelim;
Meşruiyet nedir?
Meşruiyet, bir iktidarın, kararın ya da uygulamanın toplum tarafından kabul görmesi ve haklı sayılması anlamına gelir. Yani devletin ya da liderin gücünü sadece “zor” yoluyla değil, toplumsal rıza yoluyla kullanabilmesi meşruiyetin varlığına bağlıdır. Demokratik seçimler, hukuk devleti, toplumsal mutabakat gibi unsurlar, meşruiyetin temel dayanaklarıdır.
Meşrutiyet Nedir?
Meşrutiyet ise Osmanlı tarihine özgü bir kavramdır. Tanzimat’tan sonra gündeme gelen bu kavram, anayasal monarşi rejimini ifade eder. Yani padişahın yetkilerinin bir anayasa ile sınırlandığı ve bir meclisin açıldığı dönemler “Meşrutiyet” olarak adlandırılır. Osmanlı’da Birinci Meşrutiyet (1876) ve İkinci Meşrutiyet (1908) olmak üzere iki farklı dönem yaşanmıştır.
Meşruiyet, daha evrensel ve güncel bir kavramdır; günümüzde siyaset biliminin temel kavramlarından biridir. Meşrutiyet ise tarihsel ve daha spesifik bir kavramdır; Osmanlı’da anayasal monarşi tecrübelerini ifade eder.