Karanlık Aydınlık

F-35 mi Eurofighter mi? Hangi savaş uçağı daha iyi?

Türkiye, 20 yıldan fazla bir süredir hem F-35 hem de Eurofighter tedariki için geçirdiği süreçleri nihayete erdirmek istiyor.

Türkiye’nin Eurofighter Typhoon ve F-35 savaş uçağı tedarik süreci, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın NATO zirvesindeki temasları akabinde olumlu sinyaller vermeye başladı. Bu süreçte Türkiye, iki yeni savaş uçağını da envanterine katarak, hava gücünün ihtiyaçlarını karşılamak istiyor.

Bilindiği gibi günümüz hava savaşları artık sadece it dalaşı ve manevra yeteneğiyle kazanılmıyor. Modern savaş ortamı; gizlilik, çok rollü olma, ağ merkezli harekât kabiliyeti, uzun menzilli hassas silah sistemleri ve entegre sensör teknolojileri gibi çok boyutlu gereksinimleri beraberinde getiriyor. Türkiye’nin ihtiyaçlarına kısa vadede yanıt veren iki önemli savaş uçağı olan Eurofighter Typhoon ve F-35 Lightning II, farklı tasarım felsefeleriyle yeni nesil havacılığa katkı sunuyor.

Her iki uçağın tedariki, Türkiye’de farklı yorumlara neden olsa da gelecekteki hava gücünde önemli roller oynayacak olmakla birlikte, sahip oldukları rolleri nasıl yerine getirecekleri konusunda farklar bulunuyor.

Şimdi adı geçen uçakları birbiriyle karşılaştırmadan evvel, genel yapıları itibariyle bir tanıyalım:

Eurofighter Typhoon: Türkiye için stratejik dönem tercihi

Eurofighter Typhoon, Avrupa’nın ortaklaşa geliştirdiği ve dördüncü nesil savaş uçaklarının ulaştığı en ileri noktayı temsil eden bir platformdur. Airbus, BAE Systems ve Leonardo’nun üretiminde rol aldığı bu uçak; yüksek hız, çeviklik ve görev esnekliğiyle ön plana çıkmaktadır. Özellikle kanard-delta aerodinamik yapısı, Typhoon’a üst düzey manevra kabiliyeti sağlar.

Typhoon, Mach 2’ye ulaşabilen azami hızı ve art yakıcı kullanmadan süpersonik seyir yeteneği sayesinde, sadece savunma değil aynı zamanda saldırı görevlerinde de etkilidir. Çok rollü yapısı, hava-hava ve hava-yer görevleri arasında hızla geçiş yapabilmesini mümkün kılar. Ancak uçağın tasarımı gizlilik önceliğiyle şekillenmediği için, özellikle düşman hava savunma sistemlerinin yoğun olduğu ortamlarda daha kırılgan olabilir. Buna karşın, entegre elektronik harp sistemleri ve sürekli geliştirilen yazılım altyapısı, uçağın hayatta kalma şansını artırıyor.

Türkiye’nin Eurofighter Typhoon’u tercih etme sebepleri teknik ihtiyaçlarla birlikte stratejik zorunluluklara dayanıyor. F-35 programından çıkarıldıktan sonra oluşan hava gücü açığını kapatmak için Typhoon, 4.5 nesil özellikleriyle yüksek performanslı ve gerçekçi bir seçenek olarak öne çıkıyor. Mach 2 hızına ulaşabilmesi, art yakıcı olmadan süpersonik seyir yapabilmesi ve üstün manevra kabiliyeti sayesinde Türk Hava Kuvvetleri’nin hava üstünlüğü odaklı görev anlayışına güçlü katkı sağlıyor.

Çok rollü görev yapısıyla hem hava savunma hem de taarruz görevlerini aynı platformda yerine getirebilmesi, Türkiye’nin çevresindeki tehdit çeşitliliği karşısında esnek bir çözüm sunacak. Ayrıca Typhoon’un Avrupa menşeli bir uçak olması, Türkiye’nin yerli mühimmatlarını ve sensörlerini entegre etme konusunda daha fazla hareket alanı yaratacak. Bu yönüyle Typhoon, sadece teknik bir platform değil, aynı zamanda siyasi ve askeri anlamda yerli ve milli uçaklarımız envantere katılmadan evvel onu pragmatik bir tercih olarak öne çıkarıyor.

Bu noktada Türkiye’nin Eurofighter Typhoon sürecinin 2005 yılında başladığını unutmamak gerekir. 2005 yılında Eurofighter Typhoon savaş uçağı projesinin İtalya sorumlusu Giovanni Bertolone, “Türkiye’ye yalnızca savaş uçağı satmayı düşünmüyoruz. Türkiye’yi Eurofighter’ın beşinci ortağı olarak görmek istiyoruz” dedi.

Konsorsiyum o dönemde Türkiye’ye 3 ana hat üzerinden Eurofighter Typhoon Tranche II (dönemin en gelişmiş EF2000 modeli) modelini Türkiye’ye teklif etti. İlk teklifte 40 uçaklık alım için 3.2 milyar dolarlık endüstriyel katılım, montaj ve kısıtlı yerli üretim vardı. İkinci teklifte 80 uçaklık sipariş için 6 milyar dolarlık endüstriyel katılım, kapsamlı sanayi katılımı, ortak üretim ve bir kısım kod paylaşımı bulunuyordu. Üçüncü ve son teklif ise 120 ve üzeri sipariş için 9 milyar dolarlık endüstriyel katılım, tam kaynak kodu paylaşımı ve kapsamlı teknoloji transferi vardı.

Türkiye tercihini F-35 Müşterek Taarruz Uçağından (Joint Strike Fighter/JSF) yana kullandı. 2008 yılında ek olarak 30 adetlik F-16 Block 50+ siparişi verilmesiyle Typhoon süreci tamamen rafa kalktı. O günden sonra Türkiye kamuoyu F-16 mı yoksa F-35 mi sorusuna cevap aradı.

F-35 Lightning II: Türkiye’nin hava gücünde vazgeçmediği savaşçı

Lockheed Martin tarafından geliştirilen F-35 Lightning II, beşinci nesil savaş uçakları arasında en yaygın kullanılan ve en fazla ülkeye ihraç edilen platformlardan biridir. F-35’in temel gücü, tam kapsamlı gizlilik (stealth) tasarımı, ağ merkezli savaş yeteneği, entegre sensör füzyonu, ve çok rollü görev başarımı gibi modern muharebe unsurlarını tek bir platformda birleştirmesinden gelir.

F-35, radarlara görünmeden düşman bölgesine sızabilir ve “görülmeden vur” prensibiyle hedefleri imha edebilir. Dâhili silah istasyonları sayesinde radar kesit alanı (RCS) oldukça düşüktür. Ayrıca uçak, sahip olduğu Distributed Aperture System (DAS), Electro-Optical Targeting System (EOTS) ve Active Electronically Scanned Array (AESA) radar gibi sensörlerle, sadece kendisi için değil, tüm görev gücü için gerçek zamanlı veri sağlayan bir merkez işlevi görebilir.

Uçaktaki ileri teknoloji özellikler, F-35’in sadece bir savaş uçağı değil, aynı zamanda hava harekâtının dijital komuta-kontrol unsuru olmasını sağlar. Özellikle düşman hava savunma sistemlerinin yoğun olduğu bölgelerde, F-35’in hayatta kalma ve ilk vuruş avantajı belirleyicidir.

Türkiye, F-35 Lightning II programından resmi olarak çıkarılmış olsa da bu savaş uçaklarından vazgeçmediğinin güçlü işaretlerini daha önce de verdi. Bunun en önemli sebeplerinden biri, F-35’in sahip olduğu beşinci nesil teknolojinin, modern hava savaşında sağladığı üstünlüklerdir.

Gizlilik, gelişmiş sensör entegrasyonu ve ağ merkezli savaş yetenekleri gibi özellikler, F-35’i dünya çapında eşsiz kılıyor. Türkiye, bölgesel tehditlere karşı hava gücünü modernize etmek ve geleceğin savaş alanında rekabet edebilmek adına bu teknolojiyi edinme arzusu taşımaya devam ediyor.

F-35 teslimatlarının ertelenmesi ve Türkiye’nin programdan çıkarılması, hiç şüphesiz Ankara’nın savunma politikalarında önemli bir boşluk yarattı. Boşluğun etkilerini azaltmak için de karar vericiler, alternatif yerli platformlara yönelmek zorunda kaldı. Ancak teslimatların gecikmesi ve programdan çıkarılma süreci, Türkiye’nin uzun vadeli planlarında F-35 teknolojisini tamamen dışlama kararı almadığını gösteriyor.

Zira uçaklara ait sistemlerin Türkiye’nin savunma sanayisi ile entegre edilme potansiyeli, yerli üretimle desteklenme imkanı, ülkenin teknoloji seviyesini yükseltme hedefleriyle de örtüşüyordu. Dolayısıyla F-35 konusunda atılan adımlar, aslında Türkiye’nin hem teknik hem diplomatik açıdan ileride benzer programlara yeniden dâhil olma umudunu ve isteğini yansıtıyor.

Türkiye, F-35 savaş uçağı programına olan ilgisini ilk kez 1999 yılında açıkladı ve bu tarihten itibaren programın farklı aşamalarında aktif rol aldı. 2002 yılında resmi olarak “Seviye 3 ortak” statüsüyle programa katıldı ve daha sonra 2007’de üretim, sürdürülebilirlik ve geliştirme aşamalarını içeren anlaşmaları imzaladı.

Türkiye, toplamda 100 adet F-35A uçağı almayı planladı ve bu kapsamda 30 uçaklık ilk siparişi verdi. 2018 yılında Türkiye’ye ilk F-35 uçağı teslim edildi, Türk pilot ve teknisyenler ABD’de eğitim almaya başladı. Ancak 2019 yılında Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması nedeniyle ABD, Türkiye’yi programdan çıkardı. Karar 17 Temmuz 2019’da resmiyet kazandı.

Türkiye’nin F-35 programına olan ilgisi uçağın varlığının ilk kez dile getirildiği 1999’dan itibaren değerlendirildiğinde, süreç yaklaşık 26 yıldır devam eden bir stratejik yönelimi yansıtıyor. Resmi ortaklık tarihi olan 2002 esas alındığında ise Türkiye, yaklaşık 23 yıldır F-35 platformunun bir parçası olmak ve programa dönmek istiyor.

Eurofighter Typhoon ve F-35 Lightning II performans değerlendirmesi

Her iki uçak birbirinden farklı nesillerde olduğu için her iki uçağın birbiriyle karşılaştırmasından çok Türkiye açısından karşılaştırılması daha mantıklıdır.

Eurofighter Typhoon’un temel avantajlarından biri, aerodinamik tasarımındaki özgünlük ve üstünlüklerdir. Yukarıda değindiğimiz gibi Kanard-delta kanat düzeni, yüksek ve düşük hızda mükemmel kontrol ve sabitlik sağlar. Tasarım, özellikle yakın mesafeli hava muharebelerinde (dogfight) kritik olan ani yön değişiklikleri ve hızlı manevralarda Typhoon’a büyük avantaj sunar.

Her ne kadar Eurofighter, F-22 gibi ileri itki yönlendirme teknolojisine sahip olmasa da güçlü iki adet EJ200 motoru sayesinde 2 Mach hızına ulaşabiliyor ve art yakıcı kullanmadan süpersonik seyir yapabiliyor. Bu da Typhoon’u uzun süre yüksek manevra kabiliyetiyle savaş alanında dayanıklı kılıyor. Ayrıca sürekli dönüş oranlarındaki üstünlüğü sayesinde, rakiplerini görsel menzilde yakalayıp etkisiz hale getirme potansiyeli de oldukça yüksektir.

Eurofighter, aynı zamanda çok rollü operasyonlarda da etkili bir platformdur. Yüksek taşıma kapasitesi ve gelişmiş aviyonik sistemleri sayesinde, hava üstünlüğü görevlerinin yanı sıra hassas saldırı, yakın hava desteği ve elektronik harp görevlerinde de başarıyla kullanılabiliyor. Uçağın sunduğu bu esneklik, Typhoon’u çeşitli görev profillerine hızla adapte olabilen, çok yönlü bir savaş uçağı haline getiriyor.

F-35, klasik anlamda bir yakın dövüş uçağı olmaktan ziyade, çok daha karmaşık ve entegre bir savaş sistemidir. Hızı ve manevra kabiliyeti Eurofighter Typhoon’un gerisinde kalabilir ama bu uçağın asıl gücü, düşman radarlarından gizlenebilme (stealth) yeteneği ve gelişmiş sensör paketiyle öne çıkar.

Uçaktaki özellikler, F-35’in tehdidi algılamadan önce tespit etmesine, tehditlere karşı önleyici veya karşı saldırı yapmasına olanak tanır. Hedefe doğrudan yaklaşmadan, uzun menzilli ve hassas güdümlü silahlarla angaje olabilmesi, F-35’i modern hava harp taktiklerinde benzersiz kılar.

Ağ merkezli savaş yetenekleri sayesinde F-35, yalnızca kendi algılarını kullanmakla kalmaz; aynı zamanda diğer platformlarla gerçek zamanlı veri paylaşarak savaş alanında kapsamlı bir bilgi üstünlüğü sağlar. Bu üstünlük, müttefik kuvvetlerin koordinasyonunu artırırken, düşmanın etkili tepki vermesini zorlaştırır.

Manevra kabiliyeti açısından F-35, standart savaş pilotlarının ihtiyaçlarını karşılayacak seviyededir ve farklı varyantları (A, B, C) ile değişen görev ihtiyaçlarına cevap verir. Eğitim tatbikatlarında, Typhoon ile karşılaştırıldığında, iki uçak birbirini tamamlayan roller üstlenmiş, yani F-35’in gizlilik ve uzun menzilli angajman avantajları ile Typhoon’un yakın dövüş kabiliyetleri etkili bir kombinasyon oluşturmuştur.

Sonuç olarak, F-35, modern ve yüksek teknolojiye dayalı hava savaşında öncü rol oynarken, Typhoon, klasik hava üstünlüğü ve çok rollü görevlerde hala üstün performans sunan bir platform olmaya devam ediyor.

Eurofighter Typhoon ve F-35 Lightning II: Birbirinin karşısında hangisi daha avantajlı?

F-35 Lightning II ile Eurofighter Typhoon’un havada karşı karşıya gelmesi senaryosu, her iki uçağın da farklı konseptlerde geliştirilmiş olması nedeniyle “kimin kazandığı” sorusundan çok, “kim nasıl savaşıyor?” sorusuyla analiz edilmelidir.

Olası bir hava çarpışmasında sonucu belirleyen; uçakların teknik özelliklerinden çok, angajman mesafesi, görev profili, pilot eğitimi, hava durumu ve destek unsurları olacaktır. Ancak teknik yetenekler üzerinden bir senaryo değerlendirmesi yapılabilir:

Görüş ötesi çatışma ortamında gizlilik özelliği, gelişmiş AESA radarı (AN/APG-81) ve entegre sensör füzyonu sayesinde F-35, rakibini çok daha erken tespit edip hedef alabilir. Eurofighter, güçlü elektronik sistemlerine rağmen gizli olmadığı için F-35’i ondan daha erken göremez. Böyle bir senaryoda F-35, Eurofighter’ı radarına yakalanmadan AMRAAM gibi uzun menzilli füzelerle etkisiz hale getirebilir.

Bu noktada Eurofighter konsorsiyumu, ECRS Mk2 (European Common Radar System – Mark 2) adlı en gelişmiş AESA (Active Electronically Scanned Array – Aktif Elektronik Taramalı Dizi) radar sistemlerinden birini ortaya koymak istiyor. ECRS Mk2, mevcut mekanik taramalı Captor-M radarının yerini alacak şekilde geliştirilmiş bir AESA radar sistemidir. Sadece bir radar değil; aynı zamanda elektronik saldırı (EA) ve elektronik destek önlemleri (ESM) sunar.

Radara dair en büyük beklenti de uçağın düşük radar kesit alanına sahip hedefleri (örneğin stealth özellikli uçakları veya insansız hava araçlarını) uzun mesafelerden tespit edebilir hale gelmesidir. Bu sayede Eurofighter Typhoon uçağının bir üst nesil uçaklar ile arasındaki farkı kapatacağı düşünülüyor.

Görüş içi çatışma ortamında ise Eurofighter Typhoon, aerodinamik açıdan daha üstün, daha hızlı ve çeviktir. Canard-delta konfigürasyonu ve yüksek itki/ağırlık oranı sayesinde yakın mesafe manevra savaşında F-35’e karşı üstünlük sağlayabilir. Gerçek hayatta yapılan bazı tatbikatlarda Typhoon’un F-35’i yakın mesafe simülasyonlarında arkadan kilitleyebildiği biliniyor. iş bu noktaya geldiğinde geriye Meteor füzesini ateşlemek kalıyor.

Ancak böyle bir netice her zaman Eurofighter kazanır demek değildir; F-35 de HMD (kaska monteli nişangah) ve kısa menzilli füzeleriyle karşılık verebilir.

Haliyle birçok askeri uzman bu iki uçağı “rakip” değil “tamamlayıcı” olarak görür. NATO içinde birlikte görev yapması, hava kuvvetlerine hem dijital üstünlük hem de klasik hava hâkimiyeti açısından esneklik sağlar.

Türkiye’nin de bu uçakları tedarik etmek istemesi işte bu açıdan değerlendirilmelidir.

Eurofighter Typhoon ve F-35 Lightning II: Operasyonel maliyet ve tedarik durumu

Eurofighter Typhoon, Avrupa merkezli bir iş birliği projesi olarak öne çıkıyor. Airbus (Almanya ve İspanya), BAE Systems (Birleşik Krallık) ve Leonardo (İtalya) gibi büyük savunma sanayisi oyuncuları tarafından ortaklaşa üretiliyor. Bu ortak üretim modeli, Avrupa ülkeleri arasında tedarik ve bakım süreçlerinde maliyet avantajları yaratıyor. Özellikle proje paydaşları olan ülkeler, üretim ve destek hizmetlerinde iş birliği sayesinde maliyetleri minimize edebiliyor. Şu anda Typhoon uçakları Almanya, Birleşik Krallık, İtalya, İspanya, Avusturya, Umman, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar gibi dokuz ülkenin hava kuvvetlerinde aktif olarak görev yapıyor.

Typhoon’un sahip olduğu EJ200 motorlarının bakım ve onarımı oldukça karmaşık ve teknik açıdan zorlu bir süreçtir. Bu durum, Avrupa dışındaki kullanıcılar için bakım altyapısı kurulmasını zorlaştırmakta ve dolayısıyla ihracat potansiyelini sınırlandırmaktadır. Ayrıca Typhoon’un ileri teknoloji avionik sistemleri ve çok rollü yetenekleri, özellikle bakım personeli ve lojistik destek açısından yüksek standartlar gerektirmektedir. Netice itibariyle işletme maliyetlerinin uzun vadede yüksek kalmasına sebep olabilir.

Türkiye için Typhoon’un dezavantajları arasında, EJ200 motorlarının bakımının karmaşık ve yüksek maliyetli olması geliyor. Avrupa dışı ülkelerde motor bakım altyapısının da kurulması ilk başta ayrı bir zaman ve kaynak gerektirecektir. Ayrıca Typhoon’un güncel teknolojik sistemlerinin Türkiye’nin mevcut savunma sanayisi ile tam uyumlu hale getirilmesi başlangıçta ek maliyetler ve entegrasyon zorlukları yaratabilir.

Türkiye, yine de Avrupa’ya coğrafi olarak yakın olması nedeniyle bakım, yedek parça temini ve teknik destek alanlarında lojistik avantaj elde edebilir. Avrupa ülkeleri ile kurulacak iş birlikleri ve ortak programlar, teknoloji transferi ve yerli sanayinin gelişimi açısından da uzun vadede maliyetlerin düşürülmesine katkı sunabilir.

F-35 programı da çok uluslu bir üretim ve tedarik zinciri üzerine kuruludur. Lockheed Martin liderliğinde, birçok NATO ülkesi ve ABD müttefiki ülke programa katılım sağlamış, üretim ve lojistikte geniş bir destek ağı oluşturmuştur.

F-35’in kullanıldığı sistemler ve kullanılan gelişmiş malzemeler, uçağın tedarik maliyetlerini Eurofighter Typhoon’a kıyasla daha yüksek seviyelere çekmektedir. Özellikle gizlilik özellikleri için kullanılan özel kaplamalar ve gelişmiş aviyonikler, üretim ve bakımda ciddi maliyet unsuru olarak öne çıkar.

Lockheed Martin bu noktada tasarımında modülerlik ve parça ortaklığı prensiplerine büyük önem vermiştir. Bu da uzun vadede bakım, yedek parça ve yükseltme maliyetlerini azaltmayı amaçlamaktadır. Programın NATO standartlarıyla uyumlu olması, müttefik ülkeler arasında lojistik destek ve bilgi paylaşımını kolaylaştırmaktadır.

Dolayısıyla Türkiye’nin F-35 programında yeniden üretici rolünü üstlenmesi, savunma sanayisi ve stratejik açıdan birçok önemli avantajı yeniden beraberinde getirecektir. Öncelikle üretici olarak Türkiye, gelişmiş teknolojiye doğrudan erişim kazanır ve yüksek teknolojiye dayalı kritik bileşenleri tasarlama, geliştirme ve üretme kabiliyetini artırır. Türkiye için üretici olmanın getirdiği ekonomik faydalar da önemlidir. Türkiye, F-35’in parça ve sistemlerini üretirken, programın küresel tedarik zincirindeki rolünü artırarak hem doğrudan gelir elde eder hem de ihracat potansiyelini genişletir. Üretici ülke konumunda olmak, ayrıca Türkiye’nin uluslararası savunma iş birliklerinde pazarlık gücünü artırır ve stratejik ortaklıklarını derinleştirir.

Eurofighter Typhoon ve F-35 Lightning II: Türkiye için hangisi daha iyi?

Eurofighter Typhoon ve F-35 Lightning II arasındaki “en iyi savaş uçağı” sorusu, yukarıdaki incelemelerden anlaşılacağı üzere tek bir cevaba indirgenemeyecek kadar karmaşık ve bağlama bağlıdır. Çünkü her iki uçak, farklı nesil teknolojilere, tasarım felsefelerine ve savaş konseptlerine göre optimize edilmiştir. Haliyle hangi uçağın Türkiye için daha iyi olduğu sorusu, Türkiye’nin önceliklerine, operasyonel ihtiyaçlarına ve stratejik hedeflerine göre değişkenlik gösterir.

Typhoon, gizlilik gerektirmeyen hızlı müdahale ve hava üstünlüğü görevlerinde etkin bir rol üstlenirken; F-35, özellikle gizlilik ve bilgi hâkimiyetinin kritik olduğu karmaşık savaş ortamlarında öne çıkar.

Eurofighter Typhoon, özellikle yüksek hız, üstün manevra kabiliyeti ve çok rollü görevlerde esneklik sunan dördüncü nesil bir savaş uçağıdır. Türkiye gibi bölgesel tehditlere karşı çok yönlü ve hızlı cevap verebilme kabiliyeti önem arz eden ülkeler için maliyet etkinliği ve operasyonel verimlilik açısından pragmatik bir tercihtir. Avrupa merkezli üretim ve iş birliği modelleri sayesinde, Türkiye’nin bakım ve lojistik altyapısını Avrupa ile uyumlu hale getirmesi, uzun vadede önemli avantajlar sağlar. Ayrıca Typhoon’un hava üstünlüğü ve yakın mesafe muharebe (dogfight) konusundaki başarısı, bölgesel hava savunması için kritik bir unsur olarak öne çıkar.

F-35 ise beşinci nesil bir uçak olarak tamamen farklı bir savaş konseptine hizmet eder. Gizlilik özellikleri, gelişmiş entegre sensör sistemleri ve ağ merkezli savaş kabiliyetleri sayesinde F-35, modern, yüksek teknolojili savaş alanlarında hayati öneme sahiptir. Türkiye’nin stratejik hedeflerinde, bilgi üstünlüğü ve dijital harp alanında söz sahibi olmak kritik olduğundan, F-35’in sunduğu yetenekler vazgeçilmezdir. Aynı zamanda programın çok uluslu yapısı ve NATO ile uyumluluğu, Türkiye’nin gelecekte müttefiklerle entegre operasyonlarda etkin rol almasını sağlar. Üretici olarak katılım ise, Türkiye’nin savunma sanayisini ileri teknolojiyle buluşturmak ve uluslararası savunma pazarında güçlü bir oyuncu haline gelmek için büyük bir fırsattır.

Maliyet açısından Eurofighter Typhoon, bakım ve tedarik açısından daha erişilebilir görünse de motor bakımı gibi teknik zorlukları bulunduğu aşikardır. Buna karşılık F-35’in yüksek teknolojisi ilk yatırım maliyetini artırsa da modüler tasarım ve parça ortaklığı sayesinde uzun vadede maliyet optimizasyonu sağlamayı hedefleyenlerin tercihi oluyor.

Çözüm: Üretmediğin senin değildir!

Modern savaş teknolojilerinde dışa bağımlılık, yalnızca teknik bir zafiyet değil; aynı zamanda siyasi, ekonomik ve operasyonel riskler barındırır. Herhangi bir kriz anında parça tedariki, yazılım güncellemesi ya da bakım desteği ne ölçüde dış kaynaklara bağlı olursa, en gelişmiş sistemler bile olsa gerçek bir güvenlik teminatı sağlayamaz.

Eurofighter Typhoon ve F-35 Lightning II uçakları uzun yıllar boyunca tedariki siyasi gelişmeler yüzünden aksamış iki platformdur. İki uçak için tedariki adına 20 yıldan fazla bir süre geçtiği göz ardı edilmemelidir.  Bu noktada yerli savaş uçağı projesi KAAN, Türkiye’nin sadece bir kullanıcı değil, kendi savunma mimarisini kurabilen bir güç olma yolundaki kararlılığını simgeliyor.

KAAN ve diğer yerli platformlar, “üretmediğin senin değildir” anlayışının somut karşılığı olarak; tasarımı, yazılımı, silah entegrasyonu ve bakım altyapısıyla Türkiye’nin tam egemenliğinde bir hava gücü oluşturmak konusundaki başlıca tercih olmalıdır. Bu platform, yerli mühendislik ve üretim altyapısıyla geliştirileceği için Türkiye’nin savaş uçağı teknolojilerinde bağımsızlık kazanmasını, ihtiyaçlarına özel çözümler üretebilmesini ve gelecekte ihracat potansiyeli olan bir savunma ürünü yaratmasını mümkün kılacaktır.

Yorum yaz Yorum yaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki Haber

Eurofighter Typhoon savaş uçağı özellikleri nelerdir?

Sonraki Haber

Amerika neden İsrail'i destekliyor?