İçindekiler
- Srebrenitsa Katliamı ne zaman gerçekleşti?
- Katliama giden süreç
- Srebrenitsa soykırımı nasıl “soykırım” olarak tanındı?
- Kaç kişi hayatını kaybetti?
- BM neden müdahale etmedi?
- Türkiye’nin tutumu
- Ratko Mladiç kimdir?
- Hollandalı askerler neden suçlandı?
- Neden sadece erkekler öldürüldü?
- Srebrenitsa davasında kimler yargılandı?
- Katliam sonrası kaç toplu mezar bulundu?
- Mostar Köprüsü: Bir halkın hafızasına yapılan saldırı
- Katliamın bugünkü önemi nedir?
Srebrenitsa Katliamı, Temmuz 1995’te Bosna-Hersek’in doğusundaki Srebrenitsa kentinde yaşandı. BM’nin güvenli bölge ilan ettiği bu şehirde, Bosnalı Sırp birlikleri tarafından en az 8.372 Boşnak sivil katledildi. Katliam, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da işlen en büyük toplu cinayet olarak kayıtlara geçti ve uluslararası hukuk tarafından soykırım olarak tanındı.
Srebrenitsa Katliamı ne zaman gerçekleşti?
11 Temmuz 1995 tarihinde, Bosna-Hersek’in doğusunda yer alan ve Birleşmiş Milletler tarafından “güvenli bölge” ilan edilmiş Srebrenitsa kenti, General Ratko Mladiç komutasındaki Bosnalı Sırp birlikleri tarafından işgal edildi.
Srebrenitsa neden güvenli bölge ilan edildi?
Birleşmiş Milletler, 1993 yılında özellikle Bosna’nın doğusundaki Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgelerde sivillerin korunması amacıyla altı şehri, aralarında Srebrenitsa’nın da bulunduğu şekilde “güvenli bölge” olarak ilan etmişti. Bu karar, Bosnalı sivillerin yaşadığı yoğun saldırılar karşısında uluslararası toplumun pasifliğini dengelemek ve bölgedeki insani trajediyi sınırlamak amacıyla alınmıştı. Ancak bu statü, sadece kâğıt üzerinde kaldı ve askeri caydırıcılıkla desteklenmediği için işlevsiz hale geldi.
Bu işgal, BM gözetimindeki sivillerin göz göre göre sistematik bir katliama uğramalarına yol açtı. En az 8.372 Boşnak erkek ve erkek çocuk, sıradan sivil halk, Sırp askerleri tarafından infaz edildi. Kadınlar ve çocuklar ise zorla yerinden edilerek sürgün edildi.
Katliam, sadece askeri bir operasyonun ötesinde, ayrıntılı bir planlamanın ve etnik temizlik stratejisinin sonucuydu. Bosna Savaşı’nın son evresinde gerçekleşen bu olay, uluslararası toplumun ve özellikle Birleşmiş Milletler’in barış koruma kapasitesini sorgulatan bir travma haline geldi.
Srebrenitsa Katliamı, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yaşanan en büyük toplu kıyım olarak tarihe geçti. BM’nin güvenli bölge ilanına rağmen, Hollandalı BM askerleri saldırıya karşı etkili bir savunma sağlayamadı. Boşnak erkekleri kamplardan çıkartılıp otobüslerle infaz alanlarına taşındı. Bazı kurbanlar, büyük çukurlara yaşlarken gömüldü, cesetler daha sonra delillerin gizlenmesi amacıyla taşınıp parçalandı.
Uluslararası Ceza Mahkemeleri tarafından soykırım olarak tanınan bu planlı operasyon, sadece Boşnak toplumunu hedef almadı; aynı zamanda insanlığın ortak vicdanını da yaraladı. Bu trajik olay, sadece Bosna Savaşı’nın değil, aynı zamanda uluslararası toplumun, BM’nin ve barış güçlerinin etkinliği konusunda ciddi soruları gündeme getirdi.

Katliama giden süreç
Srebrenitsa Katliamı’na giden yol, aslında 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla başladı. Tito’nun 1980’deki ölümünden sonra artan milliyetçilik akımlarla birlikte, Sırp lider Slobodan Miloşević’in öncülüğünde “Büyük Sırbistan” ideolojisi yayıldı. Bu ideoloji, Sırp olmayan toplulukların ya sindirilmesini ya da bölgelerden temizlenmesini öngörüyordu. 1992 yılında Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte, Sırp paramiliter gruplar ve Yugoslavya Halk Ordusu (JNA) desteğiyle Bosna’daki Boşnak nüfusa yönelik saldırılar başladı.
BM, çatışmalara askeri değil, insani yardım ve gözlem eksenli bir yaklaşımla müdahale etmeyi tercih etti. Bu tutum, sivillerin korunmasını engelledi ve uluslararası kamuoyunda “seyirci kalınmasının” meşruiyetini tartışmalı hale getirdi. Bu atmosferde, Boşnaklar için “güvenli bölge” ilan edilen Srebrenitsa, aslında tuzağa dönüşütü.
Bosna Savaşı’nın en trajik zirvesi olan bu katliam, uluslararası sistemin zafiyetini ve ulusal-uluslararası hukuk mekanizmalarının etkinliği konusundaki zaafları da ortaya koydu.

1992-1995 Bosna Savaşı
Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte başlayan savaşta Sırplar, Bosna’nın doğusundaki Müslüman nüfusa yönelik etnik temizlik başlattı. Savaş, sivilleri hedef alan kuşatmalar, toplu tecavüzler, zorunlu göçler ve sistematik katliamlarla dolu acımasız bir etnik savaşa dönüştü. Kadınlara yönelik tecavüz kampları, erkekler için oluşturulan toplama kampları, etnik temizlik politikasının en vahşi yüzünü yansıttı. Bu kamplarda insanlar işkenceye maruz kaldı, zorla çalıştırıldı ve açlıkla sınandı.
1995 yılında ABD’nin öncülüğünde yürütülen diplomatik çabalarla savaşın sona erdirilmesi için Dayton Barış Antlaşması imzalandı. 14 Aralık 1995’te resmen yürürlüğe giren bu antlaşma, Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünü tanırken ülkeyi iki entiteye ayırdı: Bosna-Hersek Federasyonu (Boşnak-Hırvat) ve Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska). Savaş, yüz binlerce can kaybı, milyonlarca mülteci ve büyük bir fiziksel ve psikolojik yıkımla sona erdi. Ancak adalet arayışı ve etnik yaraların iyileştirilmesi süreci hâlâ devam etmektedir.
Güvenli bölge tuzağı
1993’te Srebrenitsa BM tarafından “güvenli bölge” ilan edildi. Ancak Boşnakların silahları toplandı, Sırplar silahsızlandırılmadı. Bu durum, bölgenin fiilen savunmasız bırakılmasına yol açtı ve sonrasında yaşanacak trajedinin zeminini hazırladı.

Açlık, kuşatma ve ihanet
1995’e kadar bölge abluka altında bırakıldı. Gıda, ilaç ve su tedariki engellendi. Hollandalı BM askerleri, Sırp saldırısı başladığında bölgeden çekildi. Boşnak siviller, çaresizce BM kamplarına sığınırken, bu kamplar bile katliamdan koruma sağlayamadı.
Krivaya 95 operasyonu
Sırplar, 6-11 Temmuz 1995 arasında düzenledikleri operasyonla Srebrenitsa’yı ele geçirdi. 8.000’den fazla erkek sistematik olarak öldürüldü, kadın ve çocuklar sürgün edildi. Bazı erkekler ormanda kaçmaya çalıştı ancak pusularla etkisiz hale getirildiler. Katliam, cesetlerin toplu mezarlara gömülmesi ve daha sonra delillerin yok edilmesi için mezar yerlerinin değiştirilmesi gibi ayrıntılarla vahşice planlandı.
Srebrenitsa soykırımı nasıl “soykırım” olarak tanındı?
Birleşmiş Milletler Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY), 2004 yılında bu olayları “soykırım” olarak tanımladı. Zira:
- Katliam sistematik ve planlıydı.
- Ulusal/etnik/dinsel bir gruba yönelikti.
- Öldürme, fiziksel-ruhsal zarar verme, yaşam koşullarını yok etme gibi BM’nin tanımına giren eylemler içeriyordu.
Bu tanım, olayların uluslararası hukukta en ağır suç olarak kabul edilmesine neden oldu.
Kaç kişi hayatını kaybetti?
Resmî kayıtlara göre Srebrenitsa Katliamı’nda en az 8.372 Boşnak erkek ve erkek çocuk öldürüldü. Ancak bu rakam, yalnızca kimliği tespit edilebilen kurbanları kapsamaktadır. Uluslararası Kızılhaç ve insan hakları kuruluşları, gerçek sayının 10.000’e kadar çıkabileceğini belirtmektedir. Katliamın ardından 200’den fazla toplu mezar bulunmuş, cesetlerin bir kısmı parçalanmış veya defalarca taşınmış halde tespit edilmiştir. Bu durum, delilleri yok etmeye yönelik bir stratejinin parçası olarak değerlendirilmiştir. Öldürülenlerin çoğunluğu savaşabilecek yaşta erkeklerdi; kadınlar, yaşlılar ve çocuklar ise zorla yerinden edilerek göçe zorlandı. Bugün hâlâ kimliği belirlenememiş yüzlerce kurbanın kalıntıları bulunmayı beklemektedir.

BM neden müdahale etmedi?
BM’nin müdahale edememesi, hem yapısal hem de siyasi nedenlerin birleşimiyle açıklanabilir. Güvenli bölge ilan edilen Srebrenitsa’ya konuşlandırılan Hollandalı barış gücü askerleri sayıca yetersizdi ve sadece gözlem ve raporlama yetkileriyle donatılmıştı; doğrudan müdahale veya sivilleri koruma yetkileri yoktu. Yaklaşık 7.000 askere ihtiyaç duyulmasına rağmen, bölgede yalnızca birkaç yüz asker görev yapıyordu. Bu durum, bölgedeki sivillerin gerçek anlamda korunmasını imkânsız hale getirdi.
BM’nin operasyonel talimatları da sınırlayıcıydı. Genel Sekreterliğin doğrudan saldırıya karşı koymayı değil, durumu izlemeyi ve tarafsızlığı korumayı öne çıkaran bir yaklaşımı vardı. Siyasi düzeyde ise Güvenlik Konseyi üyeleri arasında müdahale konusunda yeterli fikir birliği sağlanamamıştı. Özellikle veto hakkına sahip üyelerin çıkar çatışmaları, askeri müdahale kararlarını sürekli erteledi. Ayrıca NATO’nun hava desteği sağlama konusunda da geç ve etkisiz davrandığı, müdahale kararlarının bürokrasiye takıldığı belgelenmiştir.
Tüm bu nedenlerle BM, Srebrenitsa’daki sivillerin güvenliğini sağlayamamış ve yaşanan soykırıma fiilen seyirci kalmıştır. Bu durum, Birleşmiş Milletler’in tarihindeki en büyük başarısızlıklardan biri olarak kabul edilmektedir. görevlendirdiği Hollandalı askerler yeterli sayıda değildi (7.000 asker yerine sadece birkaç yüz kişi). Güvenli bölge ilanına rağmen, saldırıya karşı koyma yetkileri yoktu. BM Genel Sekreteri’nin talimatı, askeri müdahale yerine “izleme” ile sınırlıydı. Bu durum, BM’nin itibarını zedeleyen en önemli etkenlerden biri oldu.

NATO’nun müdahalesi
Bosna Savaşı boyunca NATO, doğrudan müdahale konusunda uzun süre tereddütlü davrandı. 1992’den itibaren Bosna hava sahasını denetleme ve uçuşa yasak bölgeyi uygulama gibi sınırlı operasyonlar gerçekleştirse de, Srebrenitsa Katliamı’na kadar geniş kapsamlı askeri bir müdahalede bulunmadı. Bu gecikme, özellikle Temmuz 1995’teki katliam sonrası yoğun uluslararası eleştirilere neden oldu.
Srebrenitsa’daki trajedinin ardından NATO, kamuoyunun ve insan hakları kuruluşlarının baskısıyla harekete geçmek zorunda kaldı. Ağustos 1995’te başlatılan “Deliberate Force Operasyonu” ile Bosnalı Sırp askeri hedeflerine karşı kapsamlı hava saldırıları düzenlendi. Bu operasyon, sahadaki güç dengesini değiştirerek Bosnalı Sırpların askeri ilerlemesini durdurdu ve barış görüşmeleri için zemin hazırladı.
Bu geç ancak etkili müdahale, savaşı sona erdiren Dayton Barış Antlaşması’na giden yolu açtı. NATO’nun askeri baskısı, diplomatik süreci hızlandırdı; ancak birçok uzman, müdahalenin çok daha önce yapılması halinde Srebrenitsa gibi trajedilerin önlenebileceğini savunmaktadır.
Türkiye’nin tutumu
Srebrenitsa Katliamı sürecinde ve sonrasında Türkiye, Bosna-Hersek’e siyasi, diplomatik ve insani destek sağlayan ülkeler arasında yer aldı. Türkiye, savaş boyunca uluslararası platformlarda Boşnak halkına yönelik saldırılara karşı açıkça tepki gösterdi ve Bosna’nın toprak bütünlüğünü savundu. Katliam sonrası dönemde ise Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde yürütülen davaları desteklemiş ve soykırımın tanınması yönünde kararlı bir tutum sergilemiştir. Ayrıca, Türkiye her yıl düzenlenen 11 Temmuz Srebrenitsa anma törenlerine üst düzey devlet yetkilileriyle katılarak, kurbanların anısını yaşatma ve adalet arayışını destekleme yönündeki taahhüdünü sürdürmektedir.

Ratko Mladiç kimdir?
Ratko Mladiç, 1942 yılında Bosna-Hersek’te doğmuş eski Yugoslav generallerden biridir. Bosna Savaşı sırasında Bosnalı Sırp kuvvetlerinin başkomutanı olarak görev yapmış, özellikle Saraybosna Kuşatması ve Srebrenitsa Katliamı’ndaki rolüyle uluslararası kamuoyunda tanınmıştır. Mladiç, savaş boyunca yürüttüğü etnik temizlik politikaları, sivillere yönelik sistematik saldırılar ve soykırım suçları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanmıştır. 2017 yılında, Srebrenitsa Katliamı da dahil olmak üzere 11 ayrı suçtan sorumlu bulunarak Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Mladiç’in davası, uluslararası ceza hukuku açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.
Hollandalı askerler neden suçlandı?
Hollandalı BM barış gücü askerleri (Dutchbat), Srebrenitsa’nın Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge ilan edilmesinden sonra kenti korumakla görevlendirildiler. Ancak, bölgedeki yetersiz sayıları, silah ve destek eksikliği nedeniyle Sırp birliklerinin saldırısını engelleyemediler. 11 Temmuz 1995’te Srebrenitsa düştüğünde, binlerce Boşnak sivil, Hollandalı askerlerin koruması altındaki Potoçari kampına sığındı. Ancak askerler, bu sivilleri koruyacak güçte olmadıkları gerekçesiyle, onları Sırp birliklerine teslim etti. Bu durum, yüzlerce Boşnak erkeğin infaz edilmesine yol açtı. 2019 yılında Hollanda Yüksek Mahkemesi, bu olayda Hollanda devletinin sınırlı sorumluluğu olduğunu kabul etti ve bazı kurbanların ailelerine tazminat ödenmesine karar verdi. Bu karar, uluslararası barış gücü misyonlarının hukuki sorumluluğu açısından emsal niteliği taşıdı.
Hollanda’nın özür dilemesi
Srebrenitsa Katliamı’ndan yıllar sonra, Hollanda devleti yaşanan trajedideki sorumluluğunu kısmen kabul ederek özür dilemiştir. 2022 yılında, Hollanda Başbakanı Mark Rutte, katliamın 27. yıl dönümünde yaptığı açıklamada, Hollandalı barış gücü askerlerinin yetersizliği ve BM’nin başarısızlığı nedeniyle kurbanlardan ve yakınlarından resmî olarak özür dilemiştir. Bu özür, hem ahlaki hem de siyasi bir anlam taşımakta olup, uluslararası barış gücünün geçmişteki hatalarının kabulü açısından önemli bir adımdır. Hollanda ayrıca, mağdur ailelere yönelik çeşitli tazminat ve anma projelerine de destek sağlamaktadır. Bu gelişme, devletlerin geçmişle yüzleşme süreçlerinin sembol örneklerinden biri olarak değerlendirilmektedir.
Neden sadece erkekler öldürüldü?
Sırp birlikleri, etnik temizlik stratejisinin bir parçası olarak, toplumun gelecekte kendini savunma kapasitesini ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Bu nedenle özellikle savaşabilecek yaşta olan, 12 yaş üstü erkekler sistematik biçimde infaz edildi. Erkekler, potansiyel asker olarak görülüyor ve varlıkları, ileride direnişin yeniden doğması açısından tehdit olarak algılanıyordu. Ayrıca bu uygulama, geride kalan kadın ve çocukların liderlikten ve toplumsal savunmadan yoksun bırakılarak psikolojik olarak yıkıma uğramasını amaçlıyordu. Uluslararası hukuk açısından bu tür hedefli cinayetler, sadece bireylere değil, topluluğun kolektif varlığına yönelik bir saldırı olarak değerlendirilir.
Srebrenitsa davasında kimler yargılandı?
Srebrenitsa Katliamı’nın ardından, Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) birçok üst düzey Bosnalı Sırp yetkiliyi savaş suçu, insanlığa karşı suç ve soykırım suçlarından dolayı yargıladı. Başlıca sanıklar arasında Bosnalı Sırpların siyasi lideri Radovan Karadziç ve askeri lideri General Ratko Mladiç yer aldı. Karadziç, 2016 yılında suçlu bulunarak soykırım ve savaş suçlarından dolayı müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ratko Mladiç ise 2017 yılında aynı suçlardan dolayı ömür boyu hapis cezası aldı.
Ayrıca, Sırp ordusu mensubu ve paramiliter gruplardan birçok subay ve görevli de yargılandı; bazıları ağır hapis cezaları aldı. Bu davalar, uluslararası ceza hukuku tarihinde soykırımın bireysel cezai sorumluluğunun yargılandığı en kapsamlı örneklerden biri olarak kabul edilmektedir.
Katliam sonrası kaç toplu mezar bulundu?
Srebrenitsa Katliamı’nın ardından, Bosna-Hersek genelinde 200’den fazla toplu mezar tespit edilmiştir. Bu mezarların birçoğu, kurbanların infaz edildikten sonra topluca gömüldüğü alanlar olup, bazıları defalarca yer değiştirerek gizlenmeye çalışılmıştır. Sırp güçleri, delilleri karartmak amacıyla cesetleri ilk gömüldükleri yerden çıkararak başka bölgelere taşımış ve parçalayarak farklı yerlere gömmüştür. Bu taktik, hem uluslararası gözlemcilerin hem de adli tıp uzmanlarının işini son derece zorlaştırmıştır.
Uluslararası Kayıp Kişiler Komisyonu (ICMP) ve Bosna-Hersek Adli Tıp Enstitüsü’nün yürüttüğü çalışmalarla bugüne kadar binlerce kurbanın kalıntısı kimliklendirilmiştir. DNA analizleri sayesinde ailelerine teslim edilen cenazeler, Potoçari Anıt Mezarlığı’nda defnedilmektedir. Ancak hâlâ yüzlerce kişinin akıbeti bilinmemektedir ve kazılar ile kimliklendirme çalışmaları devam etmektedir. Bu toplu mezarlar, hem yaşanan vahşetin somut kanıtları hem de adalet arayışının sembolleri olarak hafızalarda yer etmektedir.
Slobodan Miloşević ve mahkeme süreci
Srebrenitsa Katliamı’na ve Bosna Savaşı’na giden süreçte merkezi bir rol oynayan Sırp lider Slobodan Miloşević, milliyetçi ve ayrımcı politikalarıyla Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde önemli bir aktör haline geldi. “Büyük Sırbistan” hayaliyle hareket eden Miloşević, Bosna’da Boşnaklara ve Hırvatlara yönelik etnik temizlik politikalarını siyasi ve askeri olarak destekledi. Bosna Savaşı sırasında yaşanan sistematik tecavüzler, kuşatma altındaki şehirlerde uygulanan aç bırakma ve bombardıman stratejileri, sivillere yönelik zorla göç ettirme ve toplama kamplarındaki işkenceler, onun liderliği altında yürütülen savaş suçlarının en çarpıcı örnekleridir. 2001 yılında Yugoslavya’dan teslim alınarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldı. Kendisine yöneltilen suçlamalar arasında savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım da yer alıyordu. Yargılaması, Lahey’deki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde sürdü.
Ancak yargılama süreci tamamlanamadan, Miloşević 11 Mart 2006’da, mahkeme hücresinde hayatını kaybetti. Resmî otopsi raporlarına göre ölüm nedeni kalp kriziydi ve zehirlenme ya da intihar ihtimallerine dair bir kanıt bulunamadı. Yine de bazı çevreler, özellikle Rusya’da tedavi edilme talebinin reddedilmiş olması üzerinden komplo teorileri üretmiş, zehirlenme ve kasıtlı ihmal iddialarını gündeme getirmiştir. Ancak Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkilileri bu iddiaları reddetmiş ve ölümün doğal nedenlerle gerçekleştiğini teyit etmiştir.


Mostar Köprüsü: Bir halkın hafızasına yapılan saldırı
Mostar Köprüsü, Bosna’daki çok kültürlü yaşamın simgesiydi. 1993 yılında Hırvat topçuları tarafından yıkılması, yalnızca bir mimari yapının değil, birlikte yaşama idealinin de hedef alındığını gösterdi. Bu saldırı, Srebrenitsa’daki fiziksel yok etme politikasının kültürel bir yansımasıydı: biri insan bedenini, diğeri tarihsel belleği yok etmeyi amaçlıyordu. Srebrenitsa’da hayatlar, Mostar’da hafızalar gömüldü.
2004 yılında aslına uygun biçimde yeniden inşa edilen köprü, bugün yalnızca bir geçiş noktası değil; yıkıma karşı direnişin, onarımın ve barışın sembolüdür. Tıpkı Srebrenitsa gibi, Mostar da savaşın Bosna’ya yalnızca ölüm değil, kimlik kaybı da getirdiğini hatırlatır. Bu iki sembol, farklı boyutlarda aynı acının izlerini taşır.
Katliamın bugünkü önemi nedir?
Srebrenitsa Katliamı, 21. yüzyılın başında dahi süren etnik temizlik, insan hakları ihlalleri ve uluslararası cezasızlık sorunlarının bir simgesi haline gelmiştir. Katliam, yalnızca Bosna-Hersek için değil, tüm dünya için “bir daha asla” ifadesinin ne kadar kırılgan olduğunu kanıtlamıştır. Avrupa’nın ortasında, BM’nin gözetimindeki bir bölgede yaşanan bu soykırım, uluslararası toplumun pasifliği ve bürokratik gecikmelerin nelere mal olabileceğinin çarpıcı bir örneğidir.
Hâlâ bazı ülkeler – özellikle Sırbistan ve Rusya – Srebrenitsa’da yaşananları “soykırım” olarak tanımamakta direnmektedir. Bu durum, uluslararası hukukun evrenselliği ve kurbanların adalet arayışı önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Buna karşın, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Uluslararası Adalet Divanı gibi birçok uluslararası kuruluş, katliamı resmen soykırım olarak tanımıştır.
Her yıl 11 Temmuz’da Potoçari Anıt Mezarlığı’nda düzenlenen anma törenleri, sadece kurbanları değil, aynı zamanda insanlık onurunu da hatırlatmaktadır. Bu anmalar, tarihi unutmamak, benzer trajedilerin tekrarlanmasını önlemek ve uluslararası toplumun sorumluluklarını yeniden düşünmek açısından büyük önem taşır. Srebrenitsa, hâlâ adalet, hafıza ve insan hakları mücadelelerinin merkezinde yer alır.
Srebrenitsa:
- Avrupa’daki uluslararası hukukun ve barış gücünün çöküş simgesidir.
- Failleri yıllar sonra yargılanmış olsa da, hâlâ Sırbistan ve Rusya gibi ülkeler bu katliamı “soykırım” olarak tanımamaktadır.
- Her yıl 11 Temmuz’da Potoçari’de düzenlenen anma törenleriyle kurbanlar hatırlanmaktadır. Bu törenler, hafızanın canlı tutulmasını ve adalet arayışının sürekliliğini sağlamaktadır.
Kaynak: Srebrenitsa Soykırımı (2017), Srebrenitsa Soykırımı Neden Tanın(a)mıyor?