SAFE programı nedir?
Avrupa Birliği’nin SAFE Programı, kıtanın savunma sanayisini bütünleştirmeyi, stratejik özerkliğini güçlendirmeyi ve Avrupa güvenliğinde yeni bir dönemin kapısını aralamayı hedefleyen en kapsamlı girişimlerden biri olarak öne çıkıyor.

Avrupa Birliği, küresel güvenlik ortamında artan tehditler ve jeopolitik kırılmalar karşısında savunma alanında daha bütünleşik bir yapıya yöneliyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı, enerji arz güvenliği krizi ve ABD’nin küresel stratejisindeki belirsizlikler, Avrupa’yı kendi savunma kapasitesini yeniden tanımlamaya itti. Bu bağlamda ortaya çıkan Security Action for Europe (SAFE) Programı, Avrupa savunma endüstrisini güçlendirme, ortak tedarik projelerini teşvik etme ve Birliğin stratejik özerkliğini artırma hedefiyle geliştirilen en kapsamlı girişimlerden biridir.

SAFE, yalnızca ekonomik bir araç değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenlik vizyonunun siyasi bir ifadesidir. Program, kıtanın savunma politikalarını ortak çıkarlar doğrultusunda bütünleştirme çabasının kurumsal çerçevesini oluşturuyor.
SAFE programının temel çerçevesi
SAFE, savunma sanayiinde parçalı yapıyı ortadan kaldırmayı, üye ülkeler arasında üretim işbirliğini artırmayı ve teknolojik bağımlılığı azaltmayı amaçlıyor.
Yaklaşık 150 milyar avroluk bir bütçe ile desteklenen program, üye ülkelere uzun vadeli kredi ve finansman kolaylıkları sağlıyor. Bunun yanında, projelerin yalnızca bir ülke tarafından değil, en az iki veya daha fazla ülke tarafından yürütülmesi şartı, Avrupa içinde bütünleşik bir savunma pazarının oluşmasına katkı sunuyor.

Programın teknik düzenlemeleri, üretim zincirinin yerli kaynaklara dayanmasını teşvik ediyor. Program şartlarına göre, bir savunma sisteminin bileşenlerinin en az yüzde 65’i Avrupa Birliği, EFTA, Avrupa Ekonomik Alanı ülkeleri veya Ukrayna kökenli olmalıdır. Kalan kısmın en fazla yüzde 35’i üçüncü ülkelerden temin edilebiliyor. Belirlenen bu oran, Avrupa’nın dışa bağımlılığını sınırlama ve stratejik teknolojilerde kendi kendine yeterli olma amacına hizmet ediyor.
SAFE, yalnızca bir finansman mekanizması değil, aynı zamanda Avrupa Savunma Fonu (EDF) ve “ReArm Europe” stratejisiyle bağlantılı bir yapı içinde konumlanıyor. Böylece Avrupa savunma endüstrisinin rekabet gücünü artıran bütüncül bir model hedefleniyor.
Jeopolitik önemi ve stratejik hedefleri
SAFE Programı, Avrupa Birliği’nin güvenlik mimarisinde yeni bir dönemin habercisi olarak değerlendiriliyor. NATO üyeliğini sürdüren birçok Avrupa ülkesi, aynı zamanda kendi askeri sanayisini güçlendirmenin gerekliliğini kabul ediyor.

SAFE, bu noktada Avrupa’nın stratejik özerklik kavramına somut bir içerik kazandırıyor. Program, ABD’nin sağladığı güvenlik şemsiyesine tam bağımlılıktan uzak, kendi kapasitesini inşa eden bir Avrupa vizyonunu destekliyor. Bununla birlikte Avrupa’nın savunma tedarik zincirlerinde yaşadığı kırılganlıkları azaltma amacını da taşıyor.
Ukrayna’daki savaşın ardından mühimmat ve zırh üretiminde ortaya çıkan darboğazlar, SAFE’in pratik bir zorunluluk olarak doğmasına zemin hazırladı. Dolayısıyla program, yalnızca siyasi bir iradenin ürünü değil, aynı zamanda ekonomik ve güvenlik ihtiyaçlarının birleştiği bir zorunluluk alanı olarak görülüyor.
Türkiye’nin SAFE programı yaklaşımı
Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak SAFE Programı’na katılım konusunda ilgi beyan etti.
Türk savunma sanayii son yıllarda insansız hava araçları, mühimmat, radar sistemleri ve elektronik harp teknolojilerinde kaydettiği ilerlemelerle Avrupa’nın dikkatini çekiyor. Ankara, bu teknolojik kapasiteyi Avrupa ile ortak projelerde değerlendirme arzusunu dile getiriyor.

Türkiye’nin programa dâhil edilmesi konusunda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise Avrupa güvenlik yapısında yer almasının bölgesel dengeleri etkileyebileceği görüşünü savunuyor. Haliyle SAFE’in yalnızca teknik değil, aynı zamanda diplomatik bir zemin üzerinde şekillendiğini gösteriyor. Türkiye ise Avrupa güvenliğinin kapsayıcı bir anlayışla güçlenmesi gerektiğini vurguluyor.

Türkiye’nin SAFE kapsamında yer alması, hem Avrupa için stratejik çeşitlilik sağlayabilir hem de Türk savunma sanayiine uluslararası düzeyde yeni pazarlar açabilir. Ancak bu sürecin siyasi irade ve güven inşasıyla desteklenmesi gerekir.
SAFE’in geleceği, Avrupa’nın ne ölçüde açık, kapsayıcı ve dengeli bir güvenlik anlayışına sahip olacağıyla doğrudan bağlantılı görünüyor.

SAFE Programı, Avrupa Birliği’nin savunma politikalarında yeni bir yönelim oluşturuyor. Program, Avrupa’nın güvenlik alanında kendi kapasitesine dayanma iradesinin ifadesi olmanın yanında, Birliğin siyasi bütünleşmesinin de bir parçası.
Türkiye açısından ise SAFE, hem fırsatlar hem de sınamalar içeren bir süreç. Avrupa’nın savunma özerkliği hedefi, dışlayıcı değil iş birliğine dayalı bir anlayışla ele alınırsa, SAFE sadece Avrupa’nın değil, çevresindeki bölgesel aktörlerin de güvenliğine katkı sağlayabilir.
Türkiye'nin dahil oldu SAFE ve olası senaryolar
SAFE’in başarıya ulaşması, yalnızca ekonomik güce değil, siyasi uyuma da bağlıdır. Üye ülkelerin ortak hareket etme iradesi, savunma sanayiinde verimliliği artırabilir.
Ortak üretim modelleri, maliyetleri düşürmenin yanında teknoloji paylaşımını da kolaylaştırır. Bununla birlikte, ulusal çıkarlar arasındaki gerilimler ve üçüncü ülkelerin katılımına yönelik sınırlamalar, programın kapsayıcılığını kısıtlayabilir.

Türkiye, son on yılda savunma sanayisini dönüştürerek NATO standartlarına tam uyumlu, yüksek ihracat performansına sahip rekabetçi bir üretici konumuna ulaştı.
2024 yılı itibarıyla savunma ve havacılık ihracatı 180’in üzerinde ülkeye yapıldı ve toplam hacim 7,1 milyar doları aştı. Bu tablo, Türkiye’nin SAFE Programı’na sağlayabileceği katkı potansiyelini açık biçimde ortaya koyuyor.

Türk savunma sanayisinin en güçlü yönlerinden biri, insansız hava aracı teknolojilerinde sağlanan ilerleme. Bayraktar TB2 ve ANKA gibi platformlar, düşük maliyetleri, kısa teslim süreleri ve sahada kanıtlanmış operasyonel güvenilirlikleri sayesinde Avrupa ülkelerinin acil tedarik ihtiyaçlarına hızlı çözümler sunabilir.

Mühimmat ve füze üretimi alanında Türkiye, ciddi bir teknik kapasiteye sahiptir. Roketsan ve MKE gibi firmalar, 155 mm top mermilerinden tanksavar füzelerine, güdümlü mühimmatlardan uzun menzilli roket sistemlerine kadar geniş bir ürün yelpazesi sunuyor.
Mühimmat üretim kabiliyeti, NATO uyumlu stok standartlarına hızla yanıt verebilme esnekliğiyle birleştiğinde, SAFE çerçevesinde ortak tedarik projeleri için güçlü bir avantaj sunuyor.

Zırhlı kara araçlarında da Türkiye, Avrupa’daki pek çok ülkenin tedarikçi listesinde yer alıyor. Otokar, FNSS, Nurol Makina ve BMC gibi üreticiler tarafından geliştirilen paletli ve taktik tekerlekli araçlar hâlihazırda Ukrayna, Macaristan, Romanya ve Estonya ordularında aktif biçimde kullanılıyor.

Elektronik harp, radar ve iletişim teknolojilerinde ASELSAN’ın sahip olduğu yetkinlik, Türkiye’nin yüksek teknoloji alanındaki konumunu güçlendiriyor. Örneğin KORAL elektronik harp sistemi, AESA radar teknolojileri ve güvenli iletişim altyapıları, hem NATO standartlarına uyumlu hem de sahada test edilmiş çözümler sunuyor.

Hava platformları ve motor teknolojilerinde ise KAAN beşinci nesil savaş uçağı, T129 ATAK helikopteri ve TEI’nin yerli motor geliştirme projeleri dikkat çekiyor. Rolls-Royce ve Leonardo gibi Avrupalı firmalarla yürütülen iş birlikleri de bu dönüşümün önemli göstergeleri arasında yer alıyor.

Türkiye, SAFE ekosistemine yalnızca ürün sağlayıcısı olarak değil, aynı zamanda ortak üretim, Ar-Ge ve teknoloji paylaşımı süreçlerine aktif biçimde katılabilecek kapasitede.
Nurol Makina’nın Macaristan’daki ortak girişimi, Otokar’ın Romanya’da yürüttüğü üretim faaliyetleri ve Baykar’ın İtalya merkezli Piaggio Aerospace’i satın alması, Türkiye’nin tedarikçiden stratejik üreticiye doğru evrildiğini kanıtlıyor.

Türk savunma şirketleri açısından bakıldığında da hibrit modeller geliştirmek de bu süreçte önemlidir. Avrupa içinde bağlı ortaklıklar kurmak, offset anlaşmaları üzerinden yerel üretim ağlarına entegre olmak veya lisanslı iş birlikleriyle üretim zincirine dâhil olmak gibi yöntemler, %65’lik Avrupa üretim şartını karşılamaya olanak tanır.
Türkiye’nin Kayseri, Eskişehir, İzmir ve Konya’daki savunma kümeleri, mühendislik ağırlıklı entegrasyon merkezleri olarak bu sürecin merkezinde yer alabilir.

Nihai olarak Türkiye, SAFE Programı’na yalnızca dış tedarikçi değil, teknolojik ve stratejik ortak olarak dâhil olabilecek düzeyde bir kapasiteye sahiptir. Potansiyelin doğru değerlendirilebilmesi, hem Avrupa’nın güvenlik mimarisine katkı sağlayacak hem de Türkiye’nin savunma sanayisinde elde ettiği kazanımları küresel ölçekte pekiştirecektir.
Henüz yorum yapılmamış.











